Kesennuma, Japonya’da yüzyıllar önce yerleştirilen devasa taş levhaları duymuş olabilirsiniz. Bu levhalar, çevresel afetler hakkında çevrede yaşayanları uyarmayı amaçlıyordu. Özellikle de tsunami konusu gündemdeydi. Bu tsunami taşlarının bazıları 600 yıl önce, daha alçak noktalara ev yapılmaması konusunda halkı uyarmak için dikilmişti. Bazıları ise 1900’ler gibi çok daha yakın zamanda dikilmiş.
Yüzyıllar içerisinde büyük tsunamilerden sonra dikilen bu taşlar, taşıdıkları mesajlarla (bazılarında ölenlerin adı veya sayısı yazarken, bazılar bir depremden sonra yüksek yerlere kaçılmasını öneriyor) bölgede yaşayanları tsunami tehlikesine karşı uyarmak için farklı yöntemler deniyordu. Üstelik bu taşlar, yapıları gereği, önemli uyarıları yüzyıllar boyunca aktarmayı da hedefliyordu.
Bu taşlarda yazan uyarılara genellikle uyulduğundan dolayı, tsunamilerle ilk karşılaşmadan sonra pek çok hayat kurtarılmış oldu. Ancak bu uygulama, halen bir çözüm bulamadığımız önemli bir soruya dikkat çekiyor: Bundan binlerce yıl sonra yaşayacak olan insanları tehlikeler hakkında nasıl uyarırız?
Nükleer atıklarla ilgili, yakın tarihte bazı denemeler bile planlandı.1980’lerin başlarında İnsan Müdahalesi Görev Gücü (Human Interference Task Force), Las Vegas’ın yakınlarında kurulması önerilen nükleer atık tesisi için hazır olacak çözümler üretmeye çalıştı. Gelecekteki insanlara uyarı olarak bırakılacak tüm mesajların üç şeyi aktarması gerektiğine karar verdiler: Öncelikle bunun bir mesaj olduğu, bölgede tehlikeli bir malzemenin depolandığı ve son olarak da en zor kısım olan, tesiste depolanan tehlikeli maddelerin türü hakkında bilgi. Bu amaçla sunulan çözümler ise pek çok farklı seviyede garipliğe sahipti.
En dikkat çekici önerilerden biri, Fallout oyununun varlığından önce ortaya atılmasına rağmen bu oyunda yer alsa şaşırmayacağımız Atomic Priesthood (Atomik Rahiplik). Dil bilimci Thomas Sebeok tarafından önerilen bu fikrin temelinde, bir konsey tarafından atanacak ve yaşlanınca ve emekli olunca ve/veya ölünce yerine yenisi geçecek bir “atomik papazlık” makamı yer alıyor. Dini karakterler yerine uzmanlardan oluşacak olan bu papazlığın görevi ise kısmen “bilimsel bilgi dışında sebeplerle tehlikeli bölgeden uzaklaşacak (papazlığın) içerisinde yer almayanlar için sahte bir yol olacak yapay olarak oluşturulmuş ve geliştirilmiş ayinler ve efsaneler” ile bilgiyi gelecek nesillere aktarmak olacaktı. Bu yöntem, kötü amaçlı kişilerin eline geçmesini önlemek için bölge içerisinde ne olduğunu genel kamuya bildirmeden insanların bu bölgelere yaklaşmasını önlemeyi hedefliyordu.
Ayrıca yıllık bir ayin planlanarak bu bölgelerde oluşturulan efsaneler hatırlatılacaktı. Yedekleme amaçlı olarak gömü alanlarındaki mesajlar birkaç nesilde bir güncellenerek anlaşılmalarının sağlanması amaçlanıyordu.
Bu yöntemin daha basitleştirilmiş bir sürümünü öneren Vilmos Voigt ise bölgelerdeki işaretlerin ara sıra güncellenmesini ve tercüme edilmesini öneriyordu; “gizemli papazlar” olmadan…
İşin İçine “Radyasyon Kedileri” de Giriyor
Ancak bu önerilerin belki de en ilginçlerinden biri, yazar Françoise Bastide ve işaret bilimci Paolo Fabbri tarafından önerilmişti. İkili, en mantıklı yöntemin, radyoaktif malzemelere yaklaşınca renk değiştirecek olan “radyasyon kedileri” üretmek olduğunu düşünüyordu. Ayrıca bu, fikrin kolay olan kısmıydı. Daha sonrasında ise atomik papazlıkta olduğu gibi renk değiştiren kediler hakkında kültürel efsaneler ve mitler oluşturulacaktı.
Bu efsaneler ve peri masalları daha sonra şiirler, resimler ve müzik aracılığıyla aktarılacaktı. Böylelikle de bundan yıllar sonra biri parlayan bir kedi gördüğünde, kaçması gerektiğini biliyor olacaktı. Tabii ki şu anda da parlayan bir kedi görürseniz oradan kaçmanın aklınıza gelecek ilk şeylerden biri olduğu kesin.
Daha sonra diğerleri tarafından yapılan öneriler arasında ise direkt olarak bölgeyi “doğal olmayan, itici, boğucu ve korkutucu” bir hale dönüştürmek bulunuyordu. Bölgeye yaklaşıldıkça korkuyla bozulmuş insan yüzleri gibi öğeler insanları uyaracaktı.
Normal Öneriler de Vardı
Daha normal olan çözümlerin arasında ise insanların bu bölgelere sadece ileri teknoloji çözümleri kullanarak ulaşmalarını sağlamak, insanların bu bölgelere denk gelme ihtimallerini en aza indirmek ve bu bölgelere girebilecek kişilerin aynı zamanda radyasyonu da belirleyebilecek cihazlarının olduğundan emin olmak yer alıyordu.
Son zamanlarda ise bu fikirler farklı yönde ilerlemiş durumda. Artık gelecek toplumları bu bölgelerden uzaklaştırmak yerine, bu tesislerle bir araya getirerek bilgiyi hayatta tutmak amaçlanıyor. Örneğin Preservation of Records, Knowledge and Memory Across Generations (Kayıtların, Bilginin ve Hafızanın Nesiller Boyunca Korunması) girişiminde çalışan ve BBC ile konuşan James Pearson, insanları bu tehlike ile korkutmaya gerek olmadığını, buralarda neyin bulunduğunu anlatarak bilinçli bir karar vermelerini sağlamanın yeterli olduğunu belirtiyor…
Kaynak: Chip