“Bir Gamer’ın Gözünden” serimizde sizlerle birlikte oyunları inceleyecek, güzel ve kötü yanlarını dibine kadar konuşacak ve eğlencenin dibine vuracağız. Bu seriyi öyle fazla ciddi, sürekli gördüğünüz oyun inceleme yazılarıyla karıştırmayın zira burada ney gömülmesi gerekiyorsa onu dibine kadar gömecek, ney övülmesi gerekiyorsa onu sonuna kadar öveceğiz.
Serimizin ilk konuğu ise çok kişinin bilmediği ancak benim fazlasıyla beğendiğim We Happy Few. Bazı oyunlardan esintileriyle, bölüm tasarımlarıyla ve hikâyesiyle fazlasıyla ilgimi çeken We Happy Few, bundan 5 sene önce, 2016’da erken erişim olarak piyasaya sürülmüştü. Şimdi ise tam sürümü PC, PlayStation ve Xbox oyun platformları için yayınlandı.
1960’ların İngiltere’sinde hayatta kalmaya ve kardeşimizi bulmaya çalışıyoruz
We Happy Few, İkinci Dünya Savaşı zamanında (1945’li yıllar) kardeşini Nazi Almanlarına kaptırmış Arthur’u yönettiğimiz bir oyun. Yaptığı bir yanlışlık nedeniyle kardeşinin alındığı trene alınmayan Arthur, 1960’lı yıllara geldiğimizde kardeşini bulmak için elinden geleni yapıyor. Aslında hikâyenin bu kısmı, oyunun en başından bize anlatılıyor, ancak olayları netleştirmek için oyunda biraz daha ilerlememiz gerekiyor.
Ana hikâye kardeşimizi bulmakken oyunda her 10 adımda bir yan görevlerle karşılaşmanız mümkün zira We Happy Few, olabildiğince fazla yan göreve sahip. Yanlış anlaşılmasın, bu yan görevler ana görevden tamamen bağımsız ve sıkıcı görevler değil. Aksine, bulunduğumuz ortamın ne kadar kötü, çekilmez ve bir o kadar da zavallı olduğunu sanki oyunun içerisindeymiş gibi hissettiren görevler.
Bu dünyada mutsuz, sinirli veya ‘gerçekçi’ olmak yasak
We Happy Few’da aslında hiç de rengarenk olmayan dünyanın Joy ismi verilen haplarla rengarenk göründüğünü az çok fark ettikten sonra hap almayı bırakıyoruz. Tabii bunu gören iş arkadaşlarımız ve güvenlik güçleri de durmuyor, bizi pata küte dövüyor. Daha sonra acı gerçekle bir kez daha karşılaşıyoruz: Yıllardır gördüğümüz o renkli dünya, aslında hiç de öyle değil.
Oyunda birçok farklı şehir var ancak aralarındaki temel fark şu: Bazı şehirlerde Joy hapı almadan gezmek, yani Downer olmak kesinlikle hoş karşılanmıyor. Eğilmek, zıplamak, koşmak ve hatta birisine iki saniyeden fazla bakmak bile sizin Downer olduğunuzu belli etmek ve dayak yemeniz için süper bir sebep. Zira burada insanlar Joy ismi verilen ‘uyuşturucunun’ etkisindeler ve mutsuz kimseyi görmek istemiyorlar.
Diğer şehirlerde ise aslında dünyanın gerçekte ne olduğunu görüyoruz. Joy hapı almayı reddedenler ya da bu hapa erişemeyenler, Downer olarak adlandırılıyor. Dünyanın ulaşılmaz ve çıkılması da imkânsız olan bu yerlerinde insanlar çürümeye, birbiriyle savaşmaya ve yalnız olarak ölmeye mahkum bırakılmış. Peki ya siz, gerçeği mi seçersiniz yoksa bir uyuşturucunun etkisinde dünyayı toz pembe görmeyi mi?
Atmosferi derinden hissettiren harika bir evren
Bir oyunun dünya tasarımına baktığımızda en çok dikkatimi çeken şey ışıklandırma ve etraftaki objelerin tasarımı oluyor. Yani ışıklandırma ve ortam tasarımı ne kadar güzelse oyunun atmosferini o kadar iyi hissedebiliyorum. Sizler için de durum böyleyse, emin olun We Happy Few’u çok sevebilirsiniz. Bunun yanı sıra dünyada keşfedebileceğiniz birçok ortam, saklanabileceğiniz birçok yer ve sürprizlerle dolu birçok mekân bulunuyor.
Işıklandırma, ortam kalitesi bir yana; We Happy Few’da ormana çıkarsanız işiniz bitebilir. Eğer Joy hapı kullanılması zorunlu olan şehirlerden birine girdiyseniz ve “Etliye sütlüye bulaşmadan ormandan dolaşayım” dediyseniz, geçmiş olsun. Ya uzunca bir süre kat ettiğiniz yolu geri döneceksiniz ya da bulunduğunuz noktaya ulaşmak için yolun sonuna kadar devam edeceksiniz. Zira bu ormanlardan şehrin içine girmek hiçbir şekilde mümkün değil. Sana sormazlar mı Criterion Games: Madem içeri giremeyecektim, bu ormanı niye yaptın?
İlk başlarda hoş olsa da zamanla tekrara saran oynanış dinamikleri
Aslında bu oyuna ilk girdiğimde gizlilik, savaş ve farklı oynanış dinamikleri nedeniyle oyunun çeşitli bir yapıya sahip olduğunu düşünmüştüm. “Kalabalık polisler veya haydutlar var, gizlenerek ilerleyeyim” ya da “Elimde kürek var, bir koysam bir de yer koyar” gibi seçimler ilk başlarda güzeldi ancak sonrasında bu biraz tekrara sarmaya başladı.
“Downer Detector gördüm, Joy alayım”, “Beni kovalıyorlar madem, ara sokağa girip saklanayım”, “Tek misin sen? Savaş mı istiyorsun come oooon!” mevzuları bir süre sonra tekrara sarıyor ancak oyunda büyük bir craft sistemi ve o kadar da büyük olmayan bir beceri ağacı var. Bunun yanı sıra sürekli olarak açlık, susuzluk, uyku durumu, Joy haplarının etkisi, fazla doz Joy’un sizi harap etmesi gibi birçok şeye dikkat etmeniz gerekiyor. E tabi bunun yanı sıra bir de ağırlık problemi var. Eğer arkanızdan 30 kişi sizi kovalarken “Aa şunu da alayım sonra lazım olur” diyip yerden bir şey alırsanız, bir anda 30 kişinin oklavayla sizi dövmesini izliyor olabilirsiniz.
Az ama öz bug
Piyasaya sürülmesinin üstünden bir nebze zaman geçmiş oyunlarda bug dediğimizde aklımıza direkt olarak küçük, oyuna pek de etki etmeyen buglar gelir değil mi? Değil işte. Eğer We Happy Few oynuyorsanız, net olarak değil. Oyunda çok mu fazla bug var? Kesinlikle hayır. Hatta şanslıysanız, belki oyunu bug görmeden bile bitirebilirsiniz. Lakin eğer bir bug görüyorsanız, kesinlikle oyunu bitirmek için o bölümü baştan oynamanız gerekebilir.
Örnek vermek gerekirse; bir görev aldım. Görevi yapmak için de bir objeyi A noktasından B noktasına götürmem ve teslim etmem gerekiyor. Bu eşyayı envanter düzenlerken yanlışlıkla yere attım, keşke atmasaydım. Yere attığım eşya bir anda dünyanın altına düştü. Evet evet yanlış okumadın sevgili okur, koskoca obje çat diye yerin altına girdi. Yahu nerede bu diye aranırken, “Acaba ben mi görmüyorum ya” sorularını kendime sorarken neyse dedim, oyun otomatik kaydetmiştir oradan devam edeyim.
Tabii kaydetmiştir kesin, polyanna seni… Kayıt dosyasını bir açtım ki bir en son benim aldığım kayıt duruyor, bir de oyunun görevin hemen öncesinde aldığı kayıt. Objeyi almak için verdiğim savaşlar, delirmiş İngilizlerden gizlenerek, kafama oklava yiyerek koşturduğum yollar, hepsini tekrar tekrar çekmek zorunda kaldım. Tam görevi vereceğim, oyun kapandı. Evet bildiniz, We Happy Few’u ilk kez orada silmiştim.
Alınır mı bu oyun?
Bölüm tasarımları, ortam, hikâye ve atmosfer dediğimizde We Happy Few gerçekten de zaman geçirmek için fevkalade diyebileceğimiz bir oyun. Mutlulukla kafayı bozmak da gerçeklerle yüzleşmek de sizin elinizde. Görüntüler, ışıklandırma, çizgisel grafikler harika ancak bu oyun alınır mı derseniz, orada bir durmak isterim.
Bir oyunun çok büyük ve ‘inanılmaz iyi’ olmadığı sürece 200 TL’den yüksek fiyata satılması beni o oyunu almaktan itiyor. Hele ki her yıl aynı oyunu önümüzde sunan EA’in yaptığı gibi her yeni oyuna 400 TL fiyat çekilmesi, oyuncuları da dellendiriyor olabilir. We Happy Few da bu nedenden ötürü uzunca bir süre almadığım, uzaktan baktığım ve “Herhalde ben bu oyunu oynamayacağım” dediğim bir oyun oldu.
Oyunun Steam platformundaki fiyatı an itibarıyla 209 TL. Evet, tamı tamına 209 TL. Sanatsal bir yapıya sahip olması ve çok beğenmem bir yana, bu oyuna 209 TL verilir mi derseniz, verilmez dostlar. Çeşitli abonelik platformlarında We Happy Few çok daha ucuz fiyatlara erişilebiliyor ancak direkt olarak Steam’den almanızı (En azından indirim olmadan) kesinlikle önermiyorum.
‘Bir Gamer’ın Gözünden’ serimizin ilk bölümü bitti, dileriz ki okurken oyun hakkında merak ettiklerinizi öğrenmiş ve eğlenmişsinizdir. Sizlerin de oyunla ilgili fikirlerini yorumlar kısmında bekliyor olacağız. Serinin devamı için bizleri takipte kalın, oyun oynamayı ve eğlenmeyi de asla bırakmayın.
Kaynak: Webtekno