İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, uçak teknolojisinin ilerlemesiyle beraber ABD Hava Kuvvetleri, havadaki hızda yaşanan yavaşlamanın insan vücudu üzerindeki etkilerini incelemeleri gerektiğini fark etti. Savaş sırasında yaşanacak kaza, vurulma veya benzeri sorunlarda, uçak tasarımcıları insanların sadece 18G kuvvetlerine dayanabileceğine inanıyorlardı. Bu yüzden de ürettikleri uçaklar ancak 18G darbelerinden kurtulabilecekti. İçindeki kişi ölecek olduktan sonra 25G’ye dayanabilecek bir uçak yapılması, özellikle de ekstra maliyeti olduğunda, gereksiz görülüyordu.
Ancak Albay John Stapp, uçak kazalarını analiz ederken bunu sorgulamaya başladı ve bu güce itiraz etti. Bazı pilotların daha yüksek G’lerde hayatta kaldıklarına, diğerlerinin ise çok daha düşük G’lerde çarpma sonucu öldüklerine inanıyordu ve pilotların, onları içinde tutan kafeslerin tasarımı ve onları çevreleyen kokpit tarafından gerçekten öldürüldüklerinden şüpheleniyordu. O ve ekibi, kendileri için araştırmaya ve insan vücudunun çarpma anında hangi kuvvetlere dayanabileceğini keşfetmeye karar verdi.
Bunu yapmak için, 100G’lere dayanabilen “Gee Whiz” lakaplı roketle çalışan bir kızak inşa ettiler. Bir manken üzerinde test ettikten sonra, kademeli olarak çarpmalara dayanacak ve Oscar’ın (manken) ahşap ön camda parçalara ayrılmasını önleyecek emniyet kemerleri tasarladılar. Buradaki fikir, yalnızca çarpışma testi mankenlerinde testler düzenlemekti.
Ancak Stapp, kısa bir süre sonra manken yerine teste katılmasına izin verilmesini istedi.
Oldukça keyifli olarak nitelendirdiği 10G’de testlere başladı. Roketleri ve fren kurulumlarını değiştirerek ekip, Stapp’ın ısrarı üzerine G’leri arttırmaya başladı.
Bu basit bir konu değildi. Kaburgaları çatlamış, bilekleri kırılmış, dolguları kaybolmuş ve birçok sarsıntı geçirmişti. Yine de G’leri geçmeyi başardı. 18G’den daha yüksek hıza ulaştığında hayatta kalınabileceğini kanıtlıyordu, ancak kan, retinalarına karşı zorlama yarattığından dolayı kan damarları acı verici bir şekilde genişledi (perde inme – redout – olarak biliniyor) ve kılcal damarları patlattı.
Geriye doğru gittiğinde kan başının arkasına hücum ediyor ve görüşü bulanıklaşıyordu. Yine de daha hızlı gitmek istedi.
Son test sürüşünde, frenlere basarak 1,4 saniye içinde durmadan önce, saatte 1.017 kilometre (20G) hızla ilerlemeye başladı. Bu frenleme hızında, mühendislerin daha önce ölümcül olduğuna inandıklarının çok üzerinde olan 46.2G’yi yaşıyordu. Göz kürelerindeki neredeyse tüm kan damarları patladı, ama zihni karışmış olsa da bilinci açık kaldı. Görüşü ertesi güne kadar düzelmedi.
Deneyimle ilgili olarak “Gözlerimde bir şeyler hissettim” dedi ve ekledi: “Anestezi olmadan azı dişinin çekilmesi gibiydi.“
Görünüşe göre bu duygunun bir hayranıydı, çünkü ekibini, 1.609 km/sa ile tekrar denemesine izin vermek için zorlamaya çalıştı.
İnsan çarpışma testi mankeni, pilotların daha önce düşünülenden çok daha yüksek G’lere dayanabileceğini ve darbeye dayanabilecek uçaklar üretme çabalarına odaklanarak ölümlerin önlenebileceğini kanıtlamıştı. Çalışmaları, pilot güvenliği için daha yüksek standartların yanı sıra otomobil güvenliği için daha yüksek standartlar sağladı. Ve tabi ki bu süreçte kara hız rekorunu da kırdı…
Kaynak: Chip