İnsanoğlunun var olduğu süre zarfı, gezegenimizin yaşına kıyasla adeta deryada su damlası. Günümüzde kanıksadığımız çoğu imkânlar, uzak geçmişteki atalarımız için birer hayalden ibaretti.
Bu günlere nasıl geldiğimizi ve geleceğimizin nasıl olacağını bir uzmanın gözünden yorumlayabilmek adına bu yazımızda, bu tartışmaları zamanımızın en meşhur tarihçilerinden Yuval Noah Harari’nin “Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi” eserinin ışığında değerlendireceğiz.
Homo Deus eserine göre insanlık tarihi, üç başlıca döneme ayırılabilir: büyük bir kısmı doğada geçen “tarih öncesi dönem”, sorgulanamayan mutlak otoritelerin ve yüce talimatların boyunduruğunda geçen “tarih sonrası dönem” ve özellikle Rönesans sonrasını kapsayan “aydınlanma dönemi”.
Harari’ye göre “Aydınlanma Dönemi” öncesindeki insanlar, hayatta kalabilmek ve bilgiye ulaşabilmek adına yalnızca doğa ve din gibi spiritüel kaynakları baz alarak evreni yorumlarlardı. Toplumlardaki tüm kurallar ve normlar, doğaüstü yüce güçlerin mutlak taleplerine göre belirlenirdi.
İnsanın bu denklemde kendine biçtiği tek rol, pasif bir izleyici olmaktı. Faaliyetleri açısından gezegeni pek etkilemeyen insanoğlu, Harari’nin sözleriyle “denizanasından bile önemsiz” bir canlıydı.
“Aydınlanma” döneminde ise insan, bir anda baş aktör oluveriyor. Artık mutlak yüce kaynaklardan ziyade insanın kendisi baz alınarak evren yorumlanmaya başlanıyor. Dolayısıyla temelinde insanı baz almayan spiritüel anlayışların bir insanın hislerinden ve görüşlerinden daha mutlak olamayacağına kanaat getiriliyor.
Bu yeni insan merkezli anlayış; evrenin sadece insan için var olduğu ve dolayısıyla insanın evrenin merkezi sayılması gerektiği, dolayısıyla da insanın kendi iyiliği için atacağı her adımın mübah olacağı bir anlayışa evriliyor. İşte bu anlayışa “hümanizm” diyoruz.
İsmi “Tanrı İnsan” anlamına gelen “Homo Deus”, adından anlaşılacağının aksine insanoğlunun yaşadığı güç zehirlenmesini ve yavaş yavaş kendi sonunu getiriyor oluşunu konu alıyor.
Özünde insanoğlunun menfaatlerini temel alan hümanizm, Harari’ye göre aynı zamanda en büyük zaafımız. Harari’nin böyle düşünmesindeki gerekçe, bu otomasyon ve yapay zekâlaşma süreci ilerledikçe insana ihtiyaç kalınmayacak olması.
Böyle bir dünya düzeninde, yazarımızın sözleriyle, “işlevsiz yeni bir ekonomik sınıf” oluşacak ve iş bulamayacakları için ekonomiye katılım sağlamaları da mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla devletlerin ekonomileri de tehlike altında.
İnsanın gitgide önemsizleştiği ve önemsizleşeceği bu süreci körükleyen asıl sebep, tabii ki özellikle de komplo teorisyenlerinin sürekli bahsettiklerinin aksine büyük ve durdurulamaz bir doğaüstü veya şeytani güç değil. Bu sorunun sebebi de kaynağı da elinde patlayacak olan da sizler ve bizler gibi insanlar!
Bu tehlikeye çokça kez değinmekle birlikte Harari, başka bir röportajında yapay zekânın olası durdurulamaz yükselişinin ve belki de bir gün insandan üstün hâle gelişinin yalnızca uluslararası işbirliği ve kısıtlamalar aracılığıyla önlenebileceğini ileri sürmüştü. Çünkü kendisinin ve büyük ihtimâlle hepimizin gözünde bu sorun, tıpkı pandemiler gibi, küresel bir soruna dönüşme ve belki de insanlığın sonunu getirme potansiyeline sahip.
Buraya kadar anlattığımız bu argümandan yola çıkarak eserin başlığını tekrar yorumlayınca, Harari’nin “insanın tanrı olması” sözlerinden kastının aslında insanoğlunun kendi yarattığı bir varlık tarafından ortadan kaldırılması ihtimâli olduğunu fark ediyorsunuz. Diğer bir deyişle bu kalıp, insanoğluna herhangi bir övgüde bulunmayan ve aksine, insanoğlunun yaşadığı güç zehirlenmesini iğneleyen bir kalıp.
Yuval Noah Harari’nin bu argümanları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapay zekâ, sizin mesleğiniz veya yaşantınız için de bir tehlike teşkil ediyor mu?
Kaynak: Webtekno