Biyolojik anlamda, kendi doğal yaşam alanı olmayan bir bölgeye yayılan türler istilacı olarak isimlendirilir. Tarihin en büyük kara memelisi istilası, her yere yayılmak ve her kaynağı tüketmek konusunda türümüzün sahip olduğu büyük ilgiye rağmen çok daha küçük ve sevimli bir canlı türünde: tavşanlarda.
Koloni hareketlerine katılan bir İngiliz soylusunun av merakı, tavşanlar hakkında çok az, Avustralya kıtasının habitatı hakkında sıfır bilgisinin olması ve muhtemelen üssel artış konusunu çözememesi, bugün bile devam eden ciddi bir tavşan sorunu ortaya çıkardı. Nasıl mı? Buyrun beraber inceleyelim.
İngiliz koloniciler Avustralya’ya tavşanlarla birlikte gitmişlerdi: Peki neden?
Dünya tarihine baktığımızda zaman zaman ülkelerin çeşitli hayvanlarla mücadeleye girdiklerini görüyoruz. Zamanında Çin serçelere, Avusturalya da devekuşlarına savaş açıp kaybetmiştir. En ağır yenilgi ise muhtemelen Avustralya ve tavşanlar arasında olan mücadelede geldi.
Bugün dünya üzerindeki 65 ülke bağımsızlığını İngilizlerin esaretinden kurtularak kazanmıştır. Bir dönem İngiliz İmparatorluğu dünyanın dört bir yanına yayılmayı başarmıştır. Gittikleri yerde de kendi kültürlerini yerleştirmeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.
İngilizler için en büyük hobilerden biri, olmaz olsun öyle hobi dedirten avcılık. Gittikleri yerlerde de koloniciler avlanmaya devam etmek istiyorlar. Bunun için de 1800’lü yıllarda Thomas Austin, kendisine 13 Avrupa Tavşanı gönderilmesini istiyor. Geniş arazilerinde serbest bıraktığı tavşanları avlayarak zaman geçiriyor.
Tavşanların sayısı üssel artar
Üssel artış konusunda en çok anlatılan hikaye, satranç tahtası ve buğday hikayesidir. Hikayede birine bir sultan ödül vermek ister, ödülü alacak kişiye ne istediğini sorar. Ödülü alacak kişi de ilk kareye 1 buğday tanesi olmak üzere, satranç tahtasındaki her kareye bir öncekinin 2 katı kadar buğday tanesi koyulmasını ister. Bir noktadan sonra buğday yetişmez, 1-2-4-8-16… derken işin sonunda milyarlarca buğday gerekir.
Tavşanlarda da benzer bir durum bulunuyor. İlk başta 6 çift tavşan olsa, bu tavşanlar yılda ortalama 4 defa yavrulasa ve her seferde ortalama 3 yavru verse, sayı bir yılda 72 yavru ve 12 yetişkin ile birlikte 84’e çıkar. Bir yıl sonra aynı sürece bu sefer 84 tavşanla başlanır. Sonucu hesaplamakla sizi yormayayım: 1920 yılında kıtada yaşayan tavşan sayısı 1 milyarın üstünde olmuştu. (Üssel hesaplama mantığı neden pandemide maske, mesafe, hijyen üçlüsünün önemli olduğunu da açıklar ama o başka yazıya artık.)
Koca kıtada tavşan istilası başlıyor…
Arka bahçenizde tavşan beslemekle dev arazilerde daha sonra avlamak için tavşanları başıboş bırakmak aynı şey değil. Tavşanlar yalnızca 50 yıl içerisinde bir arka bahçeden bir anda bütün kıtaya yayılıyorlar. Bunun ise iki temel sebebi var: Doğal düşmanları olmaması ve çok hızlı üremeleri.
Avustralya kıtasında pek çok korkutucu canlı yaşıyor. Bunların arasında dev örümcekler, yılanlar, timsahlar gibi türler var. Gelin görün ki bu canlıların çoğu tavşanları tanımıyor, diyetlerinde tavşanlar yer almıyor. Doğal düşmanı olmayan tavşanların nüfusunu kontrol eden bir başka canlı bulunmuyor.
Bir diğer etmen ise tavşanların müthiş üreme potansiyeli. Çok erken yaştan itibaren tavşanlar üreyebiliyor. Yıl boyunca üreyebildikleri için yılda 4 defadan fazla yavrulayabiliyorlar. Her batında da 2-5 arası yeni yavru tavşan dünyaya geliyor.
Tarlalarda ürün kalmıyor:
Tavşan krizi o kadar ciddi hale geliyor ki, tavşanlara karşı koloniciler ve yerli halk topyekün bir savaş başlatıyor. Her yıl milyonlarca tavşan telef olmasına rağmen genel tavşan popülasyonu ise bu durumdan neredeyse hiç etkilenmiyor.
Aşırı otlama yapan tavşanlar, bitkilerin yeterince büyüyebilmelerine ve mahsül vermelerine de engel olmaya başlamıştı. Üstelik zararları bu kadarla da kalmıyor, kıtaya özgü bitki ve hayvan türlerini de tehlikeye atıyorlardı. Vahşi tavşanlar toprağın da kuraklaşmasına neden oluyordu.
Dünyanın en uzun çiti bile tavşanları durduramadı. 1901 yılında 1837 kilometrelik bir çit yapan hükümet, yine de bu küçük kemirgenleri engelleyememişti. Geleneksel yöntemler işe yaramayınca, tavşanlara karşı biyolojik silah kullanıldı.
Biyolojik silah mı?
Avrupa Tavşanı başka ülkelere de götürülmüş olsa da her kıtada yaşayamamıştı. Örneğin Güney Afrika’ya götürülen tavşanların başı miksoma virüsü ile beladaydı. Tavşanlara özgü bu virüs, oldukça etkili bir tavşan düşmanıydı.
Avustralya’lı yetkililer, 1950’li yıllarda bu virüsü enjekte ettikleri tavşanları da doğaya salmaya başladı. Türün üyelerinin %90’dan fazlası bu virüs yüzünden telef oldu. Ayrıca çiftçiler de, tıpkı bugün olduğu gibi buldukları tavşan yuvalarını ve tünellerini yok ediyordu. Bu olayla birlikte ilk defa bir hayvan türünün kontrolü için bir virüs bilinçli olarak türe yönlendiriliyordu.
Kalan %9’luk küçük tavşan popülasyonu ise bu hastalığa karşı bağışıklık geliştirdi. Daha sonra da türün kaybolan popülasyonunun %40’ına denk gelecek kadar çok çoğalmayı başardılar. Bunun üzerine bir başka virüs olan RHDV kullanıldı. Bu virüs sineklerle taşınıyordu. Her ne kadar özellikle kurak bölgelerde çok hızlı etki eden bir virüs olsa da, sineklerin pek yaşamadığı yerlerde ve yağışlı bölgelerde tutunamıyordu.
Bugün bile tavşanlarla mücadele için kıtanın dört bir yanında virüsler, zehirler, silahlar, çeşitli ekipmanlar kullanılıyor. Yine de Avustralya’nın bu savaşı kazandığını söylemek şimdilik çok iddialı olur.
Kaynak: Webtekno